Aralık 14, 2009

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karadağ Ziyareti: 110 Yıl Sonra Gerçekleşen İade-i Ziyaret ve Yansımaları

Dr. Uğur ÖZCAN

Bu yazı USAK Stratejik Gündem (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) tarafından 12 Aralık 2009'da yayınlanmıştır.


Türkiye’nin Balkanlar’da barış ve istikrar adına attığı adımlar, uzun yıllar savaşlara mekân olan bölgede umut verici gelişmelerdendir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Temmuz ayında gerçekleştirdiği ziyaretten yaklaşık 5 ay sonra bu kez Cumhurbaşkanlığı nezdinde bir ziyaret gerçekleşmiştir Karadağ’a. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün Karadağlı mevkidaşı Filip Vujanovic’in davetlisi olarak yaptığı bu ziyaret, farklı açılardan tarihi özellikler taşımaktadır. Birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nden Karadağ’a yapılan en üst düzeyde ilk ziyarettir. İkincisi ise Osmanlı Devleti’nin mirasçısı olarak kabul edilen Türkiye’nin, 110 yılın ardından Karadağ’a gecikmeli bir iade-i ziyaretidir. Çünkü Karadağlıların efsanevi lideri I. Nikola Petroviç-Njegoş, (Prens Nikola) ilki 1883 ve ikincisi 1899 yıllarında iki İstanbul ziyareti gerçekleştirmişti. Bu ziyaretler o dönemde büyük yankı bulmuş ve Osmanlı-Karadağ ilişkilerinde dostluk rüzgârlarının esmesine neden olmuştu. Fakat Karadağ’a en üst düzeyde herhangi bir iade-i ziyaret yapılmamıştı. Tarihi bütünlük ve tarihi perspektifte olaya baktığımızda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Karadağ ziyaretiyle bir nevi 110 yıl geciken iade-i ziyareti gerçekleştirmiş olmaktadır.
Türk Karadağ ilişkilerinin tarihi seyrine kısaca değinecek olursak; ilişkiler 14. yy’a uzanmaktadır. Karadağ üzerinde 15. yüzyılda gerçekleştirilen Osmanlı hâkimiyeti, bir müddet sonra sadece kâğıt üzerinde bir hâkimiyet şeklini almıştır. 19 yyda Gerek Fransız İhtilâli ve gerekse Panslavik etkiler nedeniyle tam bağımsızlık düşüncesini benimsemeye başlayan Karadağ’ın, Nikola önderliğinde bağımsız bir devlet olarak dünya platformunda yerini alması ilk defa, Osmanlı-Rus Savaşına müteakip imzalanan 1878 Berlin Antlaşmasından sonra olmuştur. Osmanlı-Karadağ diplomatik ilişkileri de böylece başlamıştır. I. Nikola’nın Karadağ’ı ve II. Abdülhamid’in Osmanlı Devleti’ni yönettiği yaklaşık 30 yıllık süreçte, iki ülke ilişkilerinin iyi seviyede olduğu görülmektedir. Bunda iki hükümdarın aralarındaki dostluğun büyük etkisi vardır.

Abdülhamid ve Nikola, kurdukları diyalogla, aşılmaz gibi gözüken engelleri aşmayı bilmişler, sorunları çözmede kolaylaştırıcı bir unsur olmuşlardır. Çok ilginçtir ki iki devlet arasında ufak sınır çatışmalarının haricinde, 1878’den 1909’a yani Abdülhamid’in tahttan inişine kadar herhangi bir savaş meydana gelmemiştir.

Bu dostluk, iki liderin birbirlerine gönderdikleri hediyeler, tebrik, teşekkür ve taziye mesajlarıyla gelişmiş, zamanla halk nezdinde de hissedilmeye başlamıştır. Bu konuyla ilgili birçok örnek vermek mümkündür. Abdülhamid’nin Nikola’nın sağlığıyla yakından ilgilenip ona doktor göndermesidir verilebilecek örneklerden sadece bir tanesidir. Abdülhamid’in bu davranışı, liderlerine bir kurtarıcı gözüyle bakan ve seven Karadağ halkı üzerinde çok olumlu bir tesir bırakmıştır. Fakat bu diyalogun gelişmesine etki eden belki de en önemli dönüm noktası ve Abdullah Gül’ün Karadağ ziyaretini de değerli ve anlamlı kılan, Prens Nikola’nın İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyaretler ve Abdülhamid’in misafirperverliğidir.

Karadağ Prensi Nikola’nın İstanbul Ziyaretleri

Prens Nikola’nın 1883 ve 1899 yıllarında yaptığı iki İstanbul ziyareti, onun şahsında bütün Karadağlıların zihnindeki “Türk” imajını değiştirmiştir. İlk gezisini 20 Ağustos 1883 yılında gerçekleştiren Prens Nikola ve beraberindeki heyet Göksu Kasrında misafir edilmiştir. 21 pare top atışının yapıldığı görkemli bir karşılama töreni düzenlenmiştir. Misafirini Dolmabahçe sarayının kapısında karşılayan Abdülhamid, ayrıca İstanbul’da kaldığı müddetçe masrafları için 10.000 altın tahsis ederek bütün masrafların hazine-i hassa tarafından karşılanmasını sağlamıştır.

Prens Nikola, ikinci İstanbul seyahatini 1899 yılında Abdülhamid'in cülus günü kutlama merasimleri münasebetiyle ve bir dizi temaslarda bulunmak üzere gerçekleştirmiştir. 17 gün süren bu ziyarette, eşi Prenses Milena ve oğlu Prens Mirko da hazır bulunmuştur. Konuk devlet lideri, muhteşem bir şekilde karşılanmış ve aynı şekilde ağırlanmıştır. Kendisine bizzat Abdülhamid tarafından hediye edilen ve bugün Sabancı Müzesi olarak kullanılan boğaza nazır Emirgan Yalısı’nda ikamet eden Nikola, İstanbul’a hayran kalmıştır.

Abdülhamid, tahta çıkışının yıldönümü münasebetiyle yapılan tören için özel kıyafetlerle gelen Karadağlı konuklarını, sarayın kapısında karşılamıştır. Daha sonra cülus yıldönümünü kutlayan Nikola ile birlikte Ordu-yu Hümâyun’un geçit resmini balkondan izlemişler ve orduyu selamlamışlardır. Misafirleri onuruna verilen yemeğin ardından Abdülhamid ve konukları arasında samimi bir diyalog yaşanmıştır. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi, bir sürpriz yaparak Karadağ Milli marşını seslendirmiştir. Bu anlamlı jeste bir hayli şaşıran konuk devlet lideri, memnuniyetini gizleyememiştir.

Onuruna verilen ziyafetin ardından Prens Nikola, Emirgan yalısında kendisi için hazırlanan bir takım gösterilere de şahit olmuştur. Bahriye Nezareti’nden özel olarak gönderilen duba üzerinde, ateş gösterisi ve havai fişek gösterileri düzenlenmiş ve atılan fişekler boğazda büyüleyici bir atmosfer oluşturmuştur. Prenses Milena ise Harem dairesinde Piristû Valide Sultan tarafından samimi bir şekilde ağırlanmıştır. Abdülhamid’in kızlarıyla ve eşleriyle de tanışan ve haremden çok olumlu intibalarla ayrılan Milena, anlatılanlardan ve daha önce duyduklarından çok farklı bir tabloyla karşılaşmıştır.

Nikola, İstanbul’da bulunduğu zaman içerisinde, çeşitli meslekten Karadağlılarla görüşmüş, aralarında Fener Rum patriğinin de bulunduğu ruhani liderleri ziyaret etmiştir. Ayrıca Beylerbeyi vapuruyla Sirkeci İskelesi’ne gelerek, oradan araba ile Topkapı Sarayı Hümâyuna gitmiştir. Saray-ı Hümayun’u, Hazine-i Hümâyun’u ve müze dairesini gezen Prens Nikola daha sonra Ayasofya Camii’ni, ardından Sultan Mahmud Türbesi’ni ziyaret etmiştir.

Prens ve Prenses, on yedi gün süren ziyaretin ardından, 10 Eylül’de 1899’da, Atina’ya uğurlanmışlardır. Dış basında ve Avrupa’da büyük etki oluşturan bu ziyaretin yankıları, uzun süre devam etmiştir. İstanbul’da gördüğü misafirperverlik ilgi ve alaka Nikola’yı çok memnun etmiştir. Günlüklerinde bu gezilere değinen Nikola, Abdülhamid ile ilgili pozitif değerlendirmelerde bulunmuş ve adeta tabuları yıkmıştır. Yüzyıllarca düşman olarak bildikleri ve gördükleri Osmanlı Devleti’ne yapılan bu ziyaret sonucunda dostluk ilişkilerine yönelik daha güçlü adımlar atılmıştır. Artık Nikola’nın gözünde Türk imajı değişmiştir. Ona göre Türkler, elit, cesur ve asil bir millettir. Bu millet artık Karadağlıların ezeli düşmanı değildir. Öyle ki 93 Harbi’ni bile kendi içinde sorgulamış, savaşın hiç yaşanmamış olmasını umut etmiştir.

Abdülhamid dönemi Osmanlı-Karadağ ilişkileri, II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte durağanlaşmış, Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle de tamamen bozulma sürecine girmiştir. 1912 yılında patlak veren Balkan harbiyle ilişkiler sona ermiştir. Birinci Dünya savaşı Balkanlarda hem Osmanlı Devleti’nin hem de Karadağ Devleti’nin sonunu getirmiştir. Görüldüğü gibi ilişkilerde son derece önemli olan Nikola’nın İstanbul ziyaretleriyle konuyu değerlendirdiğimizde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karadağ ziyaretinin tarihi anlamda ayrı bir önem kazandığını görürüz.

Bugünkü Türk-Karadağ İlişkileri

Türkiye –Karadağ ilişkilerinin yeniden başlaması ise 2006 yılına denk gelir. 2006 yılında Sırbistan’dan referandum sonucu bağımsızlığını ilan ederek Karadağ’ı ilk tanıyan devletlerden birisi Türkiye Cumhuriyetidir. Adriyatik Denizi kıyısında 14.026 km2lik yüzölçümü ve 680binlik nüfusuyla Avrupan’nın en küçük devletleri arasında olan Karadağ, AB’ye adaylık için var gücüyle çalışmaktadır. Gelecek yıl adaylık statüsünü kazanıp 2011 yılına kadar da müzakereleri başlatmayı düşünen Karadağ, vatandaşlarının AB ülkelerinde vizesiz dolaşabilmesinin önünü açacak anlaşmayı geçtiğimiz günlerde imzaladı. Bu bile başlı başına adaylık sürecinde olumlu bir adım olarak görülmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, bu gezisinde Karadağ’ın AB’ye üyeliğini desteklediğini belirtmiştir.

Diğer taraftan NATO’ya üyelik için başvuran Karadağ’ın bunun için Türkiye’nin desteğine ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Cumhurbaşkanının bu ziyareti bir anlamda Karadağ’ın NATO’ya katılımı için bir destek mahiyetini içermektedir.

Şunu ifade etmek gerekir ki Karadağ’da etkili olan başta Rusya olmak üzere Sırbistan, Avusturya İtalya gibi ülkelerin arasına son yıllarda Türkiye’de katılmıştır. Türkiye’nin bu etkisinin çeşitli nedenleri vardır elbette. Özellikle Sancak bölgesi diye tabir edilen ve yine Ülgün ve Bar gibi yerlerde yaşayan Müslümanların, 19.yy sonlarında göç ederek Anadolu’nun dört bir tarafına yerleşmiş akrabaları vardır. Bu husus aslında iki ülke arasında bir kardeşlik bağıdır ve ortak değerdir. Kültürel yakınlaşma ve ortak paydalarda hareket için bir fırsattır. Ayrıca Türkiye gerek Sancak bölgesinde gerekse de Karadağ’ın diğer kesimlerinde TİKA kanalıyla yaptığı faaliyetlerle büyük ses getirmektedir.

Nitekim bu kısa dönem içerisinde ilişkilerde olumlu anlamda ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Karadağ’a Türk vatandaşlarının vizesiz giriş yapabilmeleri ve Türk Polis teşkilatıyla Karadağ Polis teşkilatının eğitim konusunda yaptığı işbirliği, ilişkilerin düzeyindeki gelişmeye birer örnektir. Karşılıklı olarak vizenin kaldırılması, iki ülke arasında seyahati kolaylaştırırken, Karadağ için başka bir handikabın doğmasına da yol açmıştır. O da Türkiye’den Avrupa’ya yasadışı yollarla kaçak olarak girmek isteyen Türk vatandaşlarının Karadağ’ı bir geçiş noktası olarak kullanmaya başlamaları ve yapılan suiistimallerdir. Bu da beraberinde Karadağ’a çeşitli vesilelerle gitmek isteyen mavi pasaportlu ya da yeşil pasaportlu Türk vatandaşlarına karşı –ki bunların arasında akademisyenler ve devlet adamları da vardır- ön yargılı yaklaşımlar sergilenmesine ve şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

Her şeye rağmen son üç yılda ikili ilişkilerin sağladığı kolaylıklar sonucu oluşan istikrar ortamında Türk şirketlerinin başkent Podgoriça’da, ve sahil kentleri Ülgün ve Bar’da giriştikleri inşaat faaliyetleri önemsenmelidir. Ticaret hacmi gitgide artmaktadır. Ayrıca Abdullah Gül’ün beraberinde götürdüğü iş adamlarının bu ticaret hacminin artırılmasına katkı sağlayacağından hiç şüphe yoktur. Karadağlıların Türklere karşı olan önyargıları ise Türkiye’ye yaptıkları seyahatlerle değişmekte ve önyargılar yerini işbirliğine bırakmaktadır. Ekim 2009’da düzenlenen ve Karadağ Tarih Enstitüsü’nün organize ettiği bir konferansa ilk defa Türkiye’den katılımcılar olmuştur. Sırbistan ve Rusya’nın daima desteklediği bu konferanslara yine ilk defa Türkiye de TİKA kanalıyla destek vermiştir. İkili ilişkilerin her alanda olduğu gibi tarihi ve kültürel alanda da ilerletilmesi şarttır. Bunun için Karadağlı akademisyen ve araştırmacıların Osmanlı arşivlerinden yararlanmasında kolaylıklar sağlanmalı ve teşvik edilmelidir. Yine Türk akademisyen ve tarihçilerin de Karadağ arşivlerine ulaşmalarının önündeki engeller kaldırılmalı gerekirse ortak bir protokol hazırlanmalıdır. Osmanlı Arşivlerinde Karadağ’ı konu edinen binlerce belge olmasına rağmen Karadağlıların bundan haberlerinin olmaması büyük bir ihmaldir. Türk Tarih Kurumu ve Karadağ Tarih Enstitüsü bu noktada bir adım atabilirler. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Karadağ Devlet Arşiviyle irtibata geçebilir örneğin.

127 yıl aradan sonra tekrar başlayan Türk-Karadağ diplomatik ilişkileri üçüncü yılına girerken Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan bu ziyaret Balkanlarda barış ve istikrar adına umut vaat etmektedir. İki ülke arasında dostluk barış ve işbirliğinin en üst seviyeye çıkartılmasında, tarihin bize sunduğu bu veriler özellikle Abdülhamid-Nikola dostluğunda olduğu gibi çok iyi değerlendirilmelidir. Bunu hem Karadağlı hem de Türk yetkililer büyük bir fırsat olarak görmelidir.

Hiç yorum yok: