Şubat 14, 2006

Öğrenilmiş Bir Davranış Olarak İSRAF


Fethi Keleş
Syracuse, New York
12 Şubat 2006

Öğrenilmiş bir davranış olarak israf: Amerika’dan bir fotoğraf karesi
Amerika ile ilgili olarak şu cümlelerden (ya da bunların muhtelif varyasyonlarından) en az birini hayatı boyunca en az bir kez duymamış olan varsa yazının geriye kalanını okumaya değer bulmayabilir:
1) “Amerikalı turist parayı döke saça harcar, aman kaçırmayalım abi!”
2) “Yahu şu Amerikan dizilerindeki arabalar da ne kadar devasa, yazık değil mi onca benzine, üstelik adamlar koca koca SUVleriyle az da gezmiyorlar hani!”
3) “Allah Allah, ne kadar çok obez (şişmanlık hastalığından muzdarip) varmış bu memlekette, yediklerinin yarısının kara kıtaya gönderseler açlık meselesi kökünden hallolur efendiler!.

Ve sair...

Bir de dünya çapında yapıldığı iddia edilen, mevhum bir anket var, hani şu meşhur tek soruluk (‘Lütfen, dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine bir çözümle ilgili kişisel görüşünüzü dürüstçe belirtiniz’) anket..Efsaneye göre, Kuzey Amerikalıların (ABD + Kanada) “dünyanın geri kalan kısmı” ifadesinin ne anlama geldiğini bilmedikleri için cevaplayamadıkları anket.
Daha fazla geciktirmeden bu yazıyı meşgul edecek soruyu soralım: Muhtelif sosyal inşa süreçleri sonunda “Umursamaz, müsrif Amerikalı” olarak tavsif edilerek mücessem bir hakikat olarak görülegelen insan şubesi, israf adı verilen davranışlar bütününü nasıl oluyor da bu denli içselleştiriyor? Soruya cevaben ekonomi-politik soslu süreç tanımları umanlara yahut ortaya karışık bir Marx-sömürgeci kapitalizm tahlili bekleyenlere bir süreliğine boş verelim. Onlar cevap yolculuğunun ileride uğrayabileceğimiz durakları. Sorunun bizi çıkardığı yolculukta ilk durağımız neresi biliyor musunuz? Bir kreş, ecnebi lisanındaki ifadesiyle Daycare Center.
 
Bizim Oğlanın Kreşi
Türkiye’de doğmuş, dört yaşını henüz doldurmuş, halihazırda New York Eyaletinde bulunan Syracuse şehrinde yaşayan, yaklaşık bir yıldır hafta içi her gün sabah 8.30, akşam 5.30 saatleri arasında düzenli olarak bir kreşe devam eden bir çocuk Ömer. Devam ettiği kreşin, babasının antropolojik gözlemlerine konu olduğundan haberi yok. Ben Ömer’in kreşinde tipik bir günde gözlemlediklerimi tasvir etmeye çalışacağım, cevap yolculuğunda durduğumuz bu ilk durağın doğru yer olup olmadığına karar vermek size düşecek.

Saat yaklaşık 8.45: Öğretmeni, Ömer’le birlikte değişik renk, millet ve ebattaki arkadaşlarını büyütülmüş de küçültülmüş diyebileceğimiz 8 kişilik bir masacığın etrafında toplar ve hepsine o minicik sandalyelerine oturmalarını söyler. Kahvaltı hazırlıkları başlamıştır. Üzerine süt dökülerek yenecek mısır gevreği en yaygın kahvaltılıktır. Oval bir çorba kâsesi büyüklüğündeki kaplara mısır gevrekleri öğretmen tarafından boşaltılır. Daha sonra kâselere süt dökülmesi işlemine sıra gelir. Çoğu uykulu gözlerini kamaştırmakla meşgul, ortalama 3-4 yaşındaki bebeciklere sorulur mısır gevreklerinin üzerine yarım yahut bir galonluk büyükçe şişelerden süt akıtılmadan evvel: Süt istiyor musun? ‘Evet’lere ve ‘hayır’lara göre gerekli taksimat yapılır.
5-6 dakika kadar sonrası: Çocuklardan biri, robotik bir şekilde ifa edegeldiği kaşığı kâseye götürüp getirme ritüelini bırakmıştır. Kâsenin üçte ikilik kısmı henüz doludur. Öğretmen sorar: “Doydun mu?” Çocuk, “evet” der. Öğretmen, cevaba kayıtsız şartsız itimat eder, çocuğun önünde duran, kısa bir süre önce doldurulmuş kâseyi, ‘masacığın’ iki metre kadar ötesinde yer alan ve takriben bir metre uzunluktaki, üzeri açık, silindir şekilli çöpe arkasına bile bakmadan, diğer çocukların hiçbir çaba sarfetmeksizin rahatlıkla görebilecekleri şekilde boşaltıverir. Birkaç dakika sonra başka bir çocuk masadan kalkar, bir önceki kadar ya yemiştir ya da yememiştir kahvaltısını: Koşar adımlarla çöpe uçar, kâsesini tıpkı öğretmeninin yaptığı gibi çöpe boca eder. Sonra bilgisayarın (yahut, duruma göre televizyonun) başında bekleyen arkadaşının yanına gider.
Saat 12.15 civarı: Öğle yemeği yenirken, Ömer’in yanında oturan arkadaşı Ömer’in pantolonuna kazara meyve suyu damlatır. Öğretmeni, Ömer’i bir süre sonra yerinden kaldırır. Birlikte, dökülen birkaç damla meyve suyunu temizlemek üzere aynı oda içinde bulunan banyoya doğru değil, çocukların dolaplarının bulunduğu ve odanın hemen dışında uzanan koridora girerler. Ömer’in dolabından yedek pantolonu çıkartılır ve giydirilir. ‘Kirlenen’ pantolon, Ömer’in dolabında yer alan poşete yerleştirilir. Belki de iki gün önce yıkanıp kurutulmuş pantolon en kısa sürede yıkanmak üzere Ömer’in ailesince çamaşırhaneye götürülecek, bu iş için benzin, deterjan, su ve tabii emek harcanacaktır. Herhangi bir çocuğun başka bir kıyafetinin başına benzer bir kaza geldiğinde, öğretmen benzini, deterjanı, suyu ve emeği yine düşünmeyecek, bir önceki uygulamayı aynen tekrar edecektir.
Saat 18.15 civarı: Babası Ömer’i kreşten almış, eve getirmiştir. Akşam yemeği vakti gelmiştir. Ömer, annesinin hazırladığı leziz yemeği yemek için, masaya yetişmesini sağlamak amacıyla üzerine küçük bir takviye koltuğu yerleştirilmiş sandalyesine kurulur. O akşam menüde pilav ve kıymalı bezelye vardır. Takriben 10-12 santimetre çapında bir tabağa iki ayrı yemek her biri yarım ay görüntüsü verecek şekilde konmuştur annesi tarafından itinayla. Ömer, anne-babasıyla birlikte akşam yemeği macerasına başlar. Bir süre sonra tabağının etrafında bezelye ve pilav taneleri birikmeye başlamıştır. Yemeğe katık olarak konmuş ev yapımı yoğurt, masanın üzerine döküle saçıla yenmektedir. Anne ve babanın çırpınışları, Ömer’in öğrenilmiş umursamazlık gösterileri arasında kaybolup gitmektedir.
Saat yaklaşık 20.15: Uyku saati yaklaşmaktadır. Uyku öncesi bir bardak süt içme ritüeli itinayla ifa edilecektir bu akşam da. Kaza bu ya, Ömer sütünü içerken üç beş damlayı üst pijamasına döküverir. Sütü elinden bırakır delikanlı, annesine koşar: “Anne bu pislendi, başka pijama ver” der. Bazen bununla yetinmez, çıkartılan pijamanın çamaşır sepetine atılmasını garantilemek için türlü numaralara da başvurur.
İsraf ve umursamazlık, her gün defalarca gözlenerek, günlük pratiklerin normal bir parçası haline getirilerek ‘öğrenilmiş’ bir hal almıştır. Allah’tan, Ömer’in anne ve babası, “yeyiniz, içiniz ve fakat israf etmeyiniz” düsturunu esas almış bir şuuraltı müktesebatının mahsulleridir. Bir süredir kendilerince birtakım tedbirler almışlar, öğrenilmiş bir davranış olarak israfın çocuklarının şuuraltının tabii bir parçası haline gelmemesi için birtakım çabalara girişmişlerdir.
 
Peki, anne- babaları, vâsileri, üvey ya da koruyucu anneleri-babaları onyıllar, belki de yüzyıllardır israfı ahlâki bir problem olmaktan soyutlayıp öğrenilen herhangi bir davranış haline dönüştürmüş pratiklerle ve algı çerçeveleriyle büyümüş, neredeyse doğar doğmaz gitmeye başladıkları ve yıllarca devam ettikleri kreşlerde bu pratikler bütününü gözleyerek ve uygulayarak yetişmiş çocuklar ne durumda dersiniz?
 
O çocukların hepsine dair genellemeler yapmam zor elbet. Ama bazılarının büyüdükleri zaman turist sıfatıyla döke saça para harcadığını, kimilerinin 50 metre ötedeki markete yürüyerek gitmek yerine 8 silindirli Hummer jeeplerini çalıştırıp bilmem kaç litre benzin tükettiklerini, bir kısmının da dörtte üçü yenmemiş duran hazır yemeği umarsızca çöpe fırlatıp geçen hafta marketten aldığı ve derin dondurucusunda sakladığı dev pizzayı fırına verdiğinden eminim.



6 yorum:

Adsız dedi ki...

gerçekten çok doğru ve acı tesbitler. aslında bu gurbette yaşayan,çocuklarını türk kültürüyle yetiştirmek isteyen tüm türklerin sorunu. Aynı tabloyu Almanya'da da görmek mümkün. buna acilen bir çözüm bulunması gerekir bence fethi bey. türk müslüman kültürüne has kreşler ana okulları açılmalı. siz nedersiniz bu konuda?
saygılar
sedat

Adsız dedi ki...

belki de ise, turk musluman kulturune has aile olmaya calismakla baslamak lazim Sedat bey...

Adsız dedi ki...

ama çocuklarınızı sabahtan akşama kadar aile ortamında tutmanız zor. yurtdışı gibi ortamlarda çocuğunuzu mecburen kreşe yada anaokullarına göndermek zorunda kalıyorsunuz. aile ama nereye kadar? ne kadar aile ortamında çocuğunuzu bazı kötü alışkanlıklardan ve çevrenin olumsuz etkilerinden korumaya çalışsakta bence bir yere kadar. bunun ötesinde ana okulu kreş gibi kurumlar açmak bence bu noktada çözüm gibi geliyor.

Adsız dedi ki...

Haklisiniz zor..Zaten 'iyi' aile olmaya calismayi bir baslangic asamasi olarak onermistim. Muesseselesmek gercekten muhim.

Adsız dedi ki...

bir yaşına girecek kızım var.kreş olayını çok düşündüm ama bu yönünü hiç degerlendirmemiştim.teşekkürler
f.aslı

Adsız dedi ki...

Selaminaleykum,

Ben de şimdi bu tespiti yaptım kendi kendime ve geldim burda da aynı düşünceyi gördüm...

Dedim ki:

Amerika zalim olduğu için ikiz kuleler çöktü. Çünkü onlar en şaşalı dönemlerinde sıktılar da sıktılar ve hep almayı düşündüler ve yetinmeyip bütün ülkeleri istediler sıkarak giriş çıkışlarını sadece uzman insanları kabul edip de fakir ve miskin insanları dışarda bırakacak kanunlar koydular... Hem de diğer yardım yaptıkları ülkelerden 1 verip 10 almak için uğraştılar iyice sıkarak kota koydular Türk mallarına bile... Yetim hakkı denen olay en güçlü ve en zengin ülkeyi bile yerle bir edebiliyor işte böyle... Şimdi bu zenginiz diye sıkanların hepsi yıkılacak artık... Amerika ve Avrupa... Japonya'yı bilmem ama koskoca zengin ülke Filistin'e sadece Türkiye kadar yardım ediyorsa bu da pek hoş değil doğrusu... Bunlar hep milliyetçiler ve dünyaya egemen olmak istiyorlar bizim karşıdaki duvarda yazıldığı gibi...
"Bütün dünya Türk olsun!"

Kürt sorununun da milliyetçi ve zalim politika ile çözüleceğini sanmıyorum...

Bunların aynı konu olduğunu sizin yazınızı okuyunca anladım.
Hz.İbrahim soyumdan gelenleri affet diyor da Allah diyor kesinlikle zalimleri affetmeyeceğim...

ibrahim