Kasım 21, 2006

Süryani Diasporası, Kimlik ve Soykırım İddiaları

"Ermeni soyk1r1m1 iddialarıyla uğraşa duralım, son aylarda bir de Süryani soykırımı iddiaları açıktan açığa dillendirilir oldu. Radikal gazetesinde çıkan bir haber ve ard1ndan Hollanda da iki haber kanalında ç1kan iddialar CNNTURK'ün internet sitesine yansıdı. Kimdir Süryaniler ve gerçekten var m1 böyle bir soykırım? Bunu tarihcigozuyle.com okurlarının yakından tanıdığı bir uzmanın, Doç. Dr. Bülent Özdemir'in bakış açısıyla değerlendirmekte yarar var. Son y1llarda Süryaniler konusunda araştırmalar yapan Özdemir, sizler için yazd1. " CU
Süryaniler Kimlerdir?

Doç. Dr. Bülent Özdemir , Bal1kesir Üniversitesi

Günümüz Süryani toplumunun kimlik tespitine ilişkin şimdiye kadar yapılmış çalışmalarda etnik kimlik ve dinsel kimlik olmak üzere iki önemli sorun ile karşılaşılmaktadır. Etnik olarak Süryaniler Antik çağlarda Urfa, Nusaybin ve Musul’un kültürel merkezler olarak ön plana çıktığı Kuzey Mezopotamya’da yaşayan ve Süryanice olarak tanımlanan Sami dil ailesinden Aramice konuşan bir toplumdur. Dinsel açıdan ise, M.S. 1. yüzyılda çok hızlı bir şekilde Kuzey Mezopotamya’da yayılan Hıristiyanlığı ilk kabul eden ve Antakya’da ilk kilise merkezlerini kurduktan sonra da Doğu Hıristiyanlığı ya da Doğu Kilisesi olarak nitelendirilen Hıristiyan toplumdur.[1]

19. Yüzyılda gelişmeye başlayan etnik kimlik arayışları sonucunda özellikle Osmanlı İmparatorluğu gibi çok kültürlü yapılar içinde dini tanımlamaların yerini yavaş yavaş etnik kimlik tanımlamaları almıştır. Bu yeni kimlik arayışları ilk olarak, ortak bir geçmiş oluşturmak ya da kurgulamak (reconstruction) kaygılarını ön plana çıkarmıştır. Bu noktada belki de en çok zorlanan toplumlar, yıllarca gerek idari mekanizma içinde, gerekse kendi aralarında pekiştirdikleri kültürel bağlar açısından hep bir dini kimlik olarak temsil edilmiş olanlar olmuşlardır.

20. Yüzyılın başlarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Süryani toplumunun etnik kimlik kaygılarının olmadığını söyleyebiliriz. II. Meşrutiyetin ilanı sonrasındaki özgürlükçü ortamın da yardımıyla ‘ulus’ kavramına vurgu yapan bazı Süryani entelektüellerin ortaya çıktığını görüyoruz.[2] Fakat dikkat edilecek olursa, Süryani kelimesi ve Süryani halkının etnik menşei ile ilgili tartışmaların daha çok I. Dünya Savaşı sonrasında yaşananlar neticesinde ve 20. yüzyılda ortaya çıktığı görülür. Bu durumu etkileyen en önemli faktör hiç şüphesiz savaş sonrasında galip devletler tarafından Orta Doğu’ya verilen yeni şekil içinde Süryanilerin göz ardı edilmesi ve kendi ulus devletlerini kuramamaları sonrasında bulundukları bölgelerden Avrupa ve Amerika’ya ciddi bir göç yaşanması neticesinde bir Süryani diasporasının oluşmasıdır. Günümüzde ikinci üçüncü nesil olarak yaşadıkları ülkelerde diğer azınlık gruplar gibi ciddi bir kimlik problemiyle karşı karşıya kalmışlardır. Genelde bugün yaşadıkları ülkelerin her ne kadar mezhep farkı olsa da Hıristiyan olması, asimle olmamak noktasında Süryanileri etnik kimlik arayışlarına yöneltmiştir. Kendilerini Aramice konuşan eski bir Hıristiyan halk olarak görmekten çok, tarihsel olarak Kuzey Mezopotamya’da yaşamış ve medeniyetler kurmuş bir toplum olarak tanımlamaya yönelik çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.[3]


Bu durum farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuş ve bir noktada Kilise ile ulusalcı entelektüelleri karşı karşıya getirmiştir. ‘Ulus’ kavramına vurgu yapılması ve Hıristiyanlık öncesi Antik çağlarda kimlik ve kültür arayışları, kiliseye, yüzyıllardır din eksenli bir kimliğe ve birliğe sahip olmuş olan Süryani toplumunda zaman içinde dini duyguların ve kiliseye bağlılığın zayıflamasına neden olabileceğini düşündürtmüştür. Dolayısıyla, Hıristiyanlık öncesine dayanan tarihsel köken tezlerinde, Süryani kilisesinin çok temkinli davrandığı görülüyor.

Özetle söylemek gerekirse, bugün Süryani toplumu, ihtiyaçları noktasında Hıristiyanlık öncesi ve sonrası tarihsel dayanakları bir sentez-kimlik tanımlaması için güzel bir şekilde kullanmaktadır. Antik çağlarda büyük medeniyetler olarak gelişmiş Asur ya da Babil devletlerinin bugünkü varisleri oldukları iddiası aslında, kimseye zarar vermeyen ve iyi düşünülmüş bir dayanaktır.

Savaş ve Soykırım İddiaları

I. Dünya savaşının çok fazla bilinmeyen yönlerinden biri de hiç şüphesiz Süryani-Nesturilerin yüzyıllardır Osmanlı tebaası olarak yaşadıkları bölgede itilaf devletleri saflarında savaşa katılmalarıdır. Ağustos 1914’te savaş başlar başlamaz Osmanlı yönetimi Nesturi Patriği Mar Şimun’a Van Valisi Tahsin Paşa vasıtasıyla haber göndererek Türkiye’nin savaşa girmesi durumunda Nesturilerin en azından tarafsız kalmasını istemiştir. Bunun karşılığında bölgede Nesturilerin şikayetleri dinlenerek her alanda reform yapılması sözü verilmiştir. 2 Kasım 1914’te Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etmesi ve Rus birliklerinin Osmanlı-İran sınırında görünmeleri sonrasında Nesturiler taraf olarak Rusya’nın yanında savaşa dahil olmuşlardır. 2 Mayıs 1915’te resmen Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan eden Nesturiler 1917’ye kadar Doğu Anadolu’da Rus ordusunun yanında oluşturdukları birliklerle savaşmışlardır.


Son yıllarda Türkiye’yi suçlayıcı sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile birlikte ileri sürülen Süryanilerin de soykırıma uğratıldığı iddiası gerçekleri yansıtmamaktadır. Özellikle Osmanlı sınırları içinde Mardin, Urfa, Diyarbakır ve Musul dolaylarında yaşayan Yakubiler ya da Kadim Süryaniler olarak bilinen Ortodoks Süryani gruplar ile Keldanileri, savaş başlar başlamaz Rusya’nın yanında yer alarak Osmanlı Devletine savaş ilan eden ve Van, Hakkari, Urumiye dolaylarında yaşayan Nesturi-Süryanilerden ayrı bir şekilde değerlendirmek lazımdır. Birinci grup Süryaniler bulundukları bölgede, Ermeni tehciri sırasında yaşanan bazı kargaşalar hariç savaş sırasında ve sonrasında da barış içinde yaşamaya devam etmişlerdir. Nesturi-Süryaniler ise savaşta taraf olarak yerlerini almışlar ve Osmanlı Devletinin Rus birlikleri ve Ermeni çeteleri ile Doğu ve Kafkas cephelerinde yaptığı mücadelelerde kayıplar vermişlerdir. Bugün Ermeni diasporasının teşviki ve işbirliği ile bu olayların, Süryanilere karşı yapılmış soykırım olduğu iddiaları arşiv belgeleri tarafından yalanlanmaktadır. İngiltere ve Amerika milli arşivlerinde konuyla ilgili belgelerde, I. Dünya Savaşı’nda Süryanilerin bölgede yüzyıllardır birlikte yaşadıkları ve sürekli bir şekilde husumet içinde oldukları Kürt aşiretleriyle olan mücadelelerine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca Süryanilerin, Rusya başta olmak üzere Fransa ve İngiltere tarafından Osmanlı devletine karşı “Truva Atı” olarak görülmesi ve kullanılması söz konusudur. Her ne kadar bazı tarihçiler tarafından, Süryanilerin I. Dünya Savaşında çektikleri acıların gerçek sorumlularının, başta Rusya olmak üzere İtilaf Devletlerinin bölgedeki yanlış politikaları ve Süryanilere verdikleri sözleri tutmamaları olduğu vurgulanmakta ise de bugün Türkiye’ye yönelik Süryanilere soykırım yapıldığı iddiaları politik amaçlarla yapılmakta ve tarihi hakikatlere uymamaktadır. Özellikle, savaş sonrasında değişik nedenlerle Amerika, Avustralya ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş ve kimliklerini korumak amacıyla örgütlenerek bir diaspora oluşturmuş olan Süryaniler için soykırım iddiaları, Ermeni diasporasında olduğu gibi bir varlık ve kimlik sorunu haline gelmiştir.


İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri milli arşivlerinde yaptığımız çalışmalardan çıkan sonuç şudur: Ne Osmanlı Devleti ne de dolaylı olarak bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti, I. Dünya Savaşı yıllarında Süryanilere soykırım uygulandığı iddialarıyla suçlanamaz. Bu konuda yabancı arşiv belgeleri Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Sözde Ermeni iddialarıyla kıyaslandığında Süryaniler ile ilgili iddialar konusunda Türkiye’nin hiçbir sıkıntısı söz konusu değildir. Paris Barış konferansına Süryaniler tarafından kendi tezlerinin de görüşülmesi isteğiyle sunulan dilekçelerde açık bir şekilde, savaşın başında Osmanlı Devletine savaş ilan ettiklerini ve sonrasında önce Rusya ile sonra da İngiltere ile birlikte Osmanlı Devletine karşı savaştıklarını ve binlerce kayıp verdiklerini ifade etmektedirler. Savaşta taraf olmuşlar ve savaş kuralları içinde bir mücadele gerçekleşmiştir. Bu noktada Wigram’ın kitabına koyduğu başlık durumu açıkça ifade etmektedir: “Our Smallest Ally” (en küçük müttefikimiz)”.

[1] E. Ferguson, (Ed.), Encyclopedia of Early Christianity, (New York & London, 1998) s. 1100-1102., F. L. Cross, (Ed.), The Oxford Dictionary of the Christian Church, (London, 1958) s. 98, 1315-1316., G.W. Bowesock, P. Brown & O. Grabar, Late Antiquity, A Guide to the Postclassical World, (Cambridge & London: The Belknap Press of Harvard University Press, 1999) s.710-713.[2] Bu konuya bir örnek olarak bkz. Murat Fuat Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesansı, (İstanbul: Belge Yayınları, 2004).[3] Bu konuyla ilgili tartışmalar için bkz. Lektör Bertil Nelhans, Asuri, Arami, Kildani, Süryani Adlandırmalararının Dünü Dünü Üzerine, (İsveç: Nsibin Yayınları, 1990).

5 yorum:

Adsız dedi ki...

bud egerli bilgilendirici yazi icin tesekkurler.

Afşin SELİM dedi ki...

Faydalı bir site. Okunası yazılar görüyorum...

İyi çalışmalar dilerim.

Selâm ile...

Mustafa Kont dedi ki...

merhabalar

sizinle konusmak istiyorum..

genckalem.org@hotmail.com

MSN adresim eklermsiiniz

www.genckalem.org yöneticisiyim ben.

necla dedi ki...

Merhabalar,

Temmuz 2005 yilinda Amerika New York State Syracuse sehrindeki bosnaklarla ilgili yazinizi okudum. Ben New YOrk'da yasiyorum. Calistigim bir haber odevi icin Syracuse'daki bosnaklara ulasmaya calisiyordum. Sizden edinebilecegim bir kontak adresi veya isim olabilir mi diye soracaktim.

Tesekkurler

mail adresim: neclapolat@yahoo.com

Adsız dedi ki...

tesekkurler. yazi icin tesekkurler